Advertisement
TÜRKİYE EKONOMİSİ ABONE OL

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Finansal İstikrar Raporu'nda, "Önümüzdeki dönemde, finansal istikrarı desteklemek amacıyla, çekirdek dışı yükümlülüklerde vadenin uzamasını teşvik edici yönde zorunlu karşılık oranlarının yeniden düzenlenmesi ve rezerv opsiyonu katsayılarında istikrarı destekleyici yönde teknik ayarlamalar yapılması söz konusu olabilecektir" denildi.

TCMB tarafından yılda iki kez hazırlanan ''Finansal İstikrar Raporu'nun'' ikincisi yayımlandı. Raporun "Genel Değerlendirme" bölümünde, son Finansal İstikrar Raporu'nun yayınlandığı 2014 yılı mayıs ayından bu yana küresel iktisadi faaliyette ivme kaybı yaşandığı ve petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki hızlı düşüşün de katkısıyla enflasyon oranlarının düşük seviyelerini koruduğu, ancak, ABD ve diğer ülkeler arasındaki büyüme eğiliminin artan oranda farklılaştığının gözlendiği belirtildi.

Çin dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerde büyüme ivme kaybederken, Avro Bölgesi ve Japonya'da ekonomik büyümenin oldukça kırılgan ve zayıf bir görünüme sahip olduğu aktarılan raporda, diğer taraftan ABD ekonomisinin güçlü bir toparlanma eğilimi sergilediği vurgulandı.

Raporda, değinilen farklılaşmanın ülkelerin uyguladıkları para politikalarına da yansıdığı dile getirilerek, varlık alım programını ekim ayında sonlandıran ABD Merkez Bankası'nın (Fed) 2015 yılında faiz artırımlarına başlamasının beklendiği kaydedildi.

Buna karşın, aynı dönemde çeşitli araçlar kullanarak para politikalarını gevşeten Avrupa Merkez Bankası (ECB), Japonya Merkez Bankası (BoJ) ve Çin Merkez Bankası'nın (PBoC) büyümeyi desteklemeye dönük yeni adımlar atmasının muhtemel olduğu belirtilen raporda, küresel ekonomik aktivitenin güç kaybetmeye devam etmesi halinde, Fed'in de para politikasındaki normalleşmeyi geciktirebileceği ifade edildi.

Genişletici para politikaları nedeniyle oluşan düşük faiz ortamı küresel ölçekte bazı finansal risklere yol açtığı ve risklerin özellikle banka dışı finansal kesimde yoğunlaştığının dikkati çektiğinin altı çizilen raporda, gelecek dönemde, küresel büyüme dinamiklerindeki kırılganlığın sürmesi durumunda düşük faiz ortamından kaynaklanabilecek risklerle mücadelede para politikasından ziyade makro ihtiyati politikaların ön plana çıkmasının beklendiği aktarıldı.

Raporda, şöyle denildi:

"Küresel para politikalarının normalleşme sürecine dair süregelen belirsizlikler küresel risk iştahının ve sermaye akımlarının verilere duyarlılığını artırmaktadır. Önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının ülkelere özgü unsurlara olan duyarlılığının devam etmesi beklenmektedir. Bu çerçevede, gelişmekte olan ülkelerin büyüme görünümleri, enflasyon oranları ve dış dengeleri ön plana çıkacaktır.

Öte yandan, son dönemde iktisadi faaliyetin zayıf seyri küresel para politikalarındaki normalleşme sürecinin ötelenme olasılığını güçlendirmektedir. Gelişmiş ülke para politikalarındaki normalleşmenin gecikmesi halinde aşırı borçlanma riski söz konusu olabilecektir. Bu durumda, finansal sistemin şoklara karşı dayanıklılığını artırma ve basiretli borçlanmayı teşvik amaçlı tedbirler önem arz edecektir."

"Cari işlemler açığındaki iyileşmenin yavaşlamakla birlikte devam edeceği tahmin edilmektedir"

Öncü göstergelerin, 2014 yılı ikinci çeyreğinde yavaşlayan Türkiye ekonomisinin yılın ikinci yarısında daha iyi bir performans sergilemekte olduğuna işaret ettiği belirtilen raporda, yılın üçüncü çeyreğinde özel tüketim ve yatırım talebinde ılımlı bir toparlanmanın başladığı ve iç talebin büyümeye daha fazla katkı verdiğinin görüldüğü dile getirildi.

Öte yandan, küresel ekonomideki yavaşlamanın da etkisiyle ihracatın yıllık büyümeye katkısının göreli olarak azaldığı aktarılan raporda, büyüme kompozisyonundaki bu değişime rağmen, tüketici kredilerinin ılımlı seyrinin ve dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler cari dengedeki iyileşmeyi destekleyebileceği ifade edildi. 

Bu doğrultuda, cari işlemler açığındaki iyileşmenin yavaşlamakla birlikte devam edeceğinin tahmin edildiği bilgisi verilen raporda, bununla birlikte, küresel para politikalarına ilişkin belirsizliklerin, jeopolitik gelişmeler ve dış talepteki kırılgan seyrin toparlanma süreci üzerinde riskler oluşturduğu vurgulandı.

Hanehalkı finansal varlık/yükümlülük dengesindeki kademeli iyileşmenin devam ettiği belirtilen raporda, şunlar kaydedildi:

"Hanehalkı varlıkları tasarruf oranındaki yükseliş ve özellikle yatırım fonlarındaki artış ile büyümesini sürdürmektedir. Yükümlülük tarafında ise konut kredilerinin bireysel krediler içindeki ağırlığı kademeli olarak artmaya devam ederken, ihtiyaç kredileri hanehalkının temel finansman aracı olarak öne çıkmaktadır. Makro ihtiyati tedbirlerin de katkısıyla bireysel kredi kartı ve taşıt kredilerinin yıllık büyümesi kontrol altına alınmıştır. Bu durum hanehalkı borçluluğunun aşırı hızda artışını sınırlamaktadır.

Reel sektörün finansal yükümlülüklerinin GSYH'ye oranı, yurt içi kaynaklı olarak artmaya devam etmektedir. Yurt içi yükümlülüklerdeki artış, (Türk parası) TP kredilerden kaynaklanmakta, (Yabancı para) YP kredi kullanımları ise görece zayıf seyrini sürdürmektedir. Firmalarının yurt içi bankalardan kullandıkları kredilerin koşullarının ve faiz oranlarının gelişimi, bankaların ticari kredi kullandırımlarında istekli bir duruş sergilediğine işaret etmektedir. Reel sektörün yurt dışı yükümlülükleri ise GSYH'ye oranla istikrarlı bir seyir izlerken, yurt dışından sağlanan finansal kaynaklar içerisinde kısa vadeli finansal yükümlülüklerinin payı son Rapor döneminden bu yana bir miktar azalmıştır."

"Bankacılık sistemi sağlıklı ve güçlü yapısını korumaktadır"

Bankacılık sisteminin sağlıklı ve güçlü yapısını koruduğu aktarılan raporda, yapılan faiz şoku senaryo analizlerinin, sistemin faiz riskine olan duyarlılığının sınırlı olduğunu ortaya koyduğu kaydedildi.

Ek olarak, küresel finansal piyasalardaki dalgalanmalara rağmen bankaların yurt dışı borçlarını yenilemekte herhangi bir sorun yaşamadığı ve yurt dışı kaynaklı olası yabancı para likidite şoklarına karşı yeterli tamponlara sahip olduğunun görüldüğü vurgulanan raporda, diğer taraftan, bankacılık sisteminin son yıllarda artan oranda mevduat dışı fonlama kaynaklarına yöneldiğine işaret edildi.

Raporda, bu durumun finansal istikrara etkileri dikkate alınarak TCMB tarafından zorunlu karşılıkların Türk Lirası olarak tutulan kısmına faiz ödenmesi uygulamasının çekirdek yükümlülükleri destekleyecek şekilde yürürlüğe konulduğu hatırlatılarak, "Önümüzdeki dönemde, finansal istikrarı desteklemek amacıyla, çekirdek dışı yükümlülüklerde vadenin uzamasını teşvik edici yönde zorunlu karşılık oranlarının yeniden düzenlenmesi ve rezerv opsiyonu katsayılarında istikrarı destekleyici yönde teknik ayarlamalar yapılması söz konusu olabilecektir. Böylelikle Döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama oranında 2015 yılında kayda değer bir artış sağlanabilecektir" denildi.

"Alınan ve alınabilecek önlemler sonucunda enflasyonun 2015 yılında kademeli bir düşüş sergilemesi amaçlanmaktadır"

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Finansal İstikrar Raporu'nda, ABD Merkez Bankası'nın faiz artırımına ilişkin "Enflasyonun düşük seyretmesi ve istihdam piyasasında kalıcı iyileşmenin sağlanamamasından dolayı faiz artırımının beklenenden daha geç ve yavaş gerçekleşmesi söz konusu olabilecektir" denildi.

TCMB tarafından yılda iki kez hazırlanan ''Finansal İstikrar Raporu'nun'' ikincisinin "Finansal İstikrarı Etkileyen Uluslararası ve Ulusal Gelişmeler" başlıklı kısmında, küresel iktisadi faaliyetteki toparlanmanın halen yavaş seyrettiği ve ülkelerin büyüme eğilimlerindeki farklılaşmanın dikkati çektiği belirtilerek ,"İktisadi faaliyetteki zayıf görünüm ve petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak enflasyon oranları düşük seyretmektedir. Gelişmiş ülke para politikaları halen büyümeyi desteklemekle birlikte ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) para politikaları birbirinden ayrışmaktadır. Ancak, toparlanmaya destek olmak üzere yürütülen gevşek para politikaları gelişmiş ülkeler için bazı finansal riskler de doğurmaktadır" ifadeleri kullanıldı.

Gelişmiş ülkelerde bankacılık sektörünün ekonomik toparlanmaya yeterli desteği vermediği ve risklerin özellikle banka dışı finansal kesimde yoğunlaştığına dikkatin çekildiği raporda, şunlar kaydedildi:

"Fed'in olası faiz artırımına ilişkin beklentiler ve jeopolitik risklerle, küresel risk iştahı ve gelişmekte olan ülkelere sermaye akımları dalgalı seyretmektedir. Güncel öncü göstergeler, 2014 yılı ikinci çeyreğinde yavaşlayan Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrekte daha iyi bir performans sergileyeceğine işaret etmektedir. Ancak, finansal piyasalarda devam eden oynaklık ve dış talepteki kırılganlıklar toparlanma süreci için aşağı yönlü riskler olarak önemini korumaktadır. Küresel belirsizliklerin devam ettiği bu dönemde alınan makro ihtiyati tedbirlerin ve sıkı para politikası duruşunun, ekonomik ve finansal istikrarı tehdit edebilecek kırılganlıkları sınırlamakta etkili olduğu görülmektedir.

ABD ekonomisi toparlanırken, Avro Bölgesi ve Japonya'da ekonomik büyüme oldukça kırılgan ve zayıf bir görünüm arz etmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerde ise büyüme hızı ivme kaybetmektedir. Son dönemde emtia fiyatlarındaki aşağı yönlü hareketin, emtia ihracatçısı gelişmekte olan ülkelerin büyüme dinamiklerini olumsuz etkileyebileceği değerlendirilmektedir.

ABD ve Avro Bölgesi imalat sanayi PMI endeksleri, önümüzdeki dönemde Avro Bölgesinde toparlanmanın güç kaybedebileceğine, ABD'nin gelişmiş ülkelerin büyümesinde itici faktör olacağına işaret
etmektedir. İmalat sanayi PMI endeksleri, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızındaki yavaşlamanın yılın üçüncü çeyreğinde de devam edeceğini göstermektedir. ABD işgücü piyasasındaki olumlu görünüm devam ederken, Avro Bölgesinde işsizlik oranı yüksek seyretmektedir. Ancak, ABD'de işgücüne katılım oranındaki aşağı yönlü eğilim işsizlik oranının düşmesinde halen önemli rol oynamaktadır. Ayrıca yarı zamanlı istihdamın kriz öncesi seviyelerin üzerinde seyretmeye devam etmesi, ABD'de istihdam piyasasının henüz tam olarak sağlıklı bir görünüme kavuşmadığını göstermektedir."

"(Fed) Faiz artırımı beklenenden daha geç ve yavaş gerçekleşebilir"

Gelişmiş ülkelerde yüksek çıktı açığının devam ettiği ve iktisadi faaliyetteki zayıflıkla beraber petrol fiyatlarının düşüş eğiliminde olduğu aktarılan raporda, özellikle ABD'de ücretlerin enflasyon açısından yukarı yönlü bir baskı oluşturmadığı değerlendirildi.

Bu gelişmelere bağlı olarak gelişmiş ekonomilerde enflasyonun hedeflerin altında seyretmeye devam ettiği belirtilen raporda, "Avro Bölgesinde deflasyon tehdidi sürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise enflasyon yatay bir seyir izlemektedir. Gelişmiş ülke para politikaları büyümeyi desteklemeye devam etmekte, ancak büyüme görünümlerindeki farklılaşmaya bağlı merkez bankalarının politikaları birbirinden ayrışmaktadır...Önümüzdeki süreçte Fed'in faiz artırımlarına başlaması beklenmektedir. Ancak, enflasyonun düşük seyretmesi ve istihdam piyasasında kalıcı iyileşmenin sağlanamamasından dolayı faiz artırımının beklenenden daha geç ve yavaş gerçekleşmesi söz konusu olabilecektir. Avro Bölgesinde enflasyon görünümünün iyileşmemesi ECB'nin daha fazla adım atmasını gerektirebilecektir" denildi.

Raporda, ECB'ye benzer bir şekilde Japonya Merkez Bankası'nın (BoJ) da 2013 yılı nisan ayında başlattığı parasal genişleme programı çerçevesinde uyguladığı varlık alımlarının tutarlarının 2014 yılı ekim ayı içerisinde artırıldığı anımsatıldı.

Destekleyici para politikaları nedeniyle oluşan düşük faiz ortamının gelişmiş ülkeler için bazı finansal risklere de yol açmakta olduğu dile getirilen raporda, şunlar ifade edildi:

"Anılan politikaların etkisiyle tahvil getirileri ve risk primleri düşerken Borsa endeksleri ve fiyat kazanç oranları yükselmektedir. Konut fiyatlarındaki güçlü artış eğilimi de sürmektedir. Finansal piyasalarda oynaklık düşük seviyelere gerilemiş olup, işlem hacimleri ve piyasa derinliği azalmıştır. Gelişmiş ülkelerde finansal piyasalardaki risklerin özelikle banka dışı kesimde yoğunlaştığı görülmektedir. Bankacılık sektörünün kaldıracı düşerken, gölge bankacılık faaliyetleri yürüten serbest fonlar ve borsa yatırım fonları gibi kuruluşların yüksek kaldıraca sahip olması ve vade uyumsuzluğuna maruz kalması, yeniden fiyatlamalardan en yoğun etkilenebilecek sektörün banka dışı finansal sektör olacağına işaret etmektedir. Banka dışı finansal sektörün son dönemde reel kesimin fonlanmasında önemli bir rol üstlenmesi, sektörde oluşabilecek problemlerin reel kesim üzerindeki olumsuz etkilerinin daha belirgin olabileceğine işaret etmektedir. Önümüzdeki dönemde, küresel büyüme dinamiklerindeki kırılganlığın sürmesi durumunda düşük faiz ortamından kaynaklanabilecek risklerle mücadelede para politikasından ziyade makro ihtiyati politikaların ön plana çıkması beklenmektedir.

Gelişmiş ülkelerde, özellikle Avro Bölgesinde, genişletici para politikası uygulamalarına rağmen bankacılık sektörünün ekonomik toparlanmaya hedeflenen düzeyde destek vermediği görülmektedir. ABD'de bankacılık sektörü kredileri artarken, Avro Bölgesinde krediler azalmaya devam etmektedir. Avro Bölgesinde bankalar bilançolarını küçültmekte ve risk almaktan kaçınmaktadır. Bu gelişmede hem talep hem de arz yönlü faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Yüksek borçluluk seviyesi kredi talebini sınırlarken, kriz sonrası sorunlu kredi ve bilanço kısıtları ile karşılaşan bankacılık sektörünün kredi arzı daralmıştır. Bankaların, sermayelerini güçlendirme ve bilançolarını daha sağlıklı bir yapıya kavuşturma çabaları sürmektedir. ECB'nin bankacılıktan sorumlu tek denetim otoritesi olmadan önce gerçekleştirmiş olduğu kapsamlı değerlendirme çalışmasının, Avro Bölgesindeki bankalara güveni tekrar sağlayacağı ve bankacılık sektörünün ekonomik toparlanmaya daha fazla destek olmasına imkan tanıyacağı değerlendirilmektedir."

Küresel para politikalarının normalleşme sürecine dair belirsizlikler ve jeopolitik riskler nedeniyle gelişmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarının dalgalı bir seyir izlediği ifade edilen raporda, bu duruma bağlı olarak gelişmekte olan ülkelerde kur, faiz, borsa ve risk primi göstergelerinin de dalgalandığı belirtildi.

Gelecek yıl Fed'in olası faiz artırımının sermaye hareketleri üzerinde aşağı yönlü riskleri artırdığı, ECB ve BoJ'un parasal genişleme politikalarının bu riskleri kısmen telafi edebileceği kaydedilen raporda, "Bununla birlikte, uluslararası yatırımcıların risk iştahındaki olası bir azalmayla birlikte önümüzdeki dönemde sermaye hareketlerinin ülkelere özgü unsurlara olan duyarlılığının artması beklenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin finansal şoklara karşı dayanıklılık seviyesi küresel sermaye akımlarının yöneleceği ülkeler için belirleyici olacaktır. Bu açıdan, gelişmekte olan ülkelerin büyüme görünümleri, enflasyon oranları ve dış kırılganlıklarının küresel sermaye akımlarında etkili olabileceği değerlendirilmektedir. Gelişmiş ülkelerin para politikası tercihleri önümüzdeki dönemde ülkemizi etkilemeye devam edecektir. Küresel büyüme hızındaki yavaşlamanın gelişmiş ülke para politikalarındaki normalleşmeyi geciktirmesi halinde aşırı borçlanmanın tetiklenmesi riski söz konusu olabilecektir. Bu durumda, finansal sistemin dayanıklılığını arttırma ve basiretli borçlanmayı teşvik amaçlı tedbirler önem arz edecektir" denildi.

"Enflasyonda belirgin bir iyileşme gerçekleşene kadar sıkı para politikası duruşu devam edecek"

Raporda, öncü göstergelerin yılın ikinci yarısında ekonomik görünümde sınırlı da olsa bir iyileşmeye işaret etmekle birlikte; küresel para politikalarına ilişkin belirsizlikler, jeopolitik gelişmeler ve dış talepteki zayıf seyrin toparlanma süreci üzerinde riskler oluşturduğu ifade edildi.

Ekonomideki yavaşlamanın işsizlik oranlarının belirgin biçimde artmasına neden olduğu belirtilen rapora, şunlar kaydedildi:

"Toplam ve tarım dışı işsizlik oranları son Finansal İstikrar Raporu'nun yayınlandığı mayıs 2014 ayı itibarıyla yüzde 9,6 ve 11,6 düzeylerindeyken, ağustos 2014 itibarıyla yüzde 10,4 ve 12,4 seviyelerine ulaştı. Diğer taraftan, işgücüne katılım oranı son yıllardaki görece yüksek seviyesini korumaktadır.Cari işlemler açığındaki iyileşmenin devam etmesi beklenmektedir. Bu durumun gerçekleşmesinde, uygulanan sıkı para politikası ve alınan makro ihtiyati tedbirlere bağlı olarak kredi büyümesinin makul seviyelerde gerçekleşmesi etkili olmuştur. Bununla birlikte, küresel talepteki azalma ve jeopolitik gelişmeler nedeniyle ihracatta uzun süredir devam eden artışın zayıflaması ve yurt içi talepteki canlanma işaretleri de dikkate alındığında, ithalatta görülen ılımlı artışa bağlı olarak net ihracatın büyümeye katkısının yılın ikinci yarısında göreli olarak zayıflaması beklenmektedir. Küresel düzeyde artan oynaklığın etkisiyle yılın ikinci yarısında ülkemize yönelen sermaye akımları zayıf ve dalgalı bir görünüm sergilemiştir.

Yılın ikinci çeyreğinde gerek küresel gerekse ülkemize özgü risk algılamalarındaki iyileşme neticesinde ülke risk primimiz hızla düşmüştür. Ancak üçüncü çeyrekten itibaren, küresel para politikalarındaki belirsizlikler, bölgemizde yoğunlaşan jeopolitik riskler ve küresel toparlanmanın kırılganlığına dair endişelerle, Türkiye'nin ülke risk primi de akran gelişmekte olan ülke risk primlerine koşut olarak sert dalgalanmalar göstermiştir. Diğer taraftan, son dönemde Fed'den iktisadi büyümeyi destekleyici yönde gelen açıklamalar neticesinde artan küresel risk iştahıyla beraber CDS primlerinde bir miktar düşüş gözlenmiştir. 2014 yılının ikinci yarısında gelişmekte olan ülke risk primlerindeki dalgalı seyrin etkisiyle para birimlerinin ima edilen kur oynaklıklarında artışlar gözlenmiştir. Türk Lirası'nın ima edilen kur oynaklığı da cari açık veren diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinden kayda değer bir ayrışma sergilememiştir."

Raporda, bir önceki Finansal İstikrar Raporu'ndan bu yana Türk Lirası'nın oldukça istikrarlı bir seyir izlendiği ifade edildi.

Enerji ve gıda fiyatlarının küresel seviyede düşmesine rağmen Türkiye'deki gıda fiyatlarının olumsuz hava koşullarına bağlı olarak artması ve Türk Lirası'ndaki değer kayıplarının enflasyonu olumsuz yönde etkilediği belirtilen raporda, "Bu unsurlara ilave olarak, elektrik fiyatına yüzde 9,3 ve doğalgaz fiyatına yüzde 7,93 oranında yapılan artışlar ile yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 8,9 seviyesine yükselmiştir. Alınan ve alınabilecek önlemler sonucunda enflasyonun 2015 yılında kademeli bir düşüş sergilemesi amaçlanmaktadır" denildi.

Kamu borç stoku göstergelerinin 2014 yılının ilk yarısında olumlu seyrini korurken, finansal piyasalardaki dalgalanmalara rağmen borçlanma yapısında önemli bir değişim gözlenmediği kaydedilen raporda, "Temkinli para politikası duruşunu sürdüren TCMB, iç ve dış belirsizliklerin azalması ile birlikte ikinci ve üçüncü çeyrekte politika faizlerinde ölçülü indirimlere gitmiştir. Bu süreçte TCMB getiri eğrisini yataya yakın tutmak suretiyle sıkı para politikası duruşunu sürdürmüştür. TCMB eylül, ekim aylarında artan oynaklığa faiz koridorunun tanıdığı esneklik çerçevesinde likidite politikasını sıkılaştırmak suretiyle hızlı bir biçimde karşılık vermiştir. Önümüzdeki dönemde de, enflasyonda belirgin bir iyileşme gerçekleşene kadar TCMB sıkı para politikası duruşunu devam ettirecektir" ifadelerine yar verildi.

"Kredi büyüme hızı daha sürdürülebilir seviyelerde istikrar kazanmıştır"

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Finansal İstikrar Raporu'nda, kredi büyüme hızının daha sürdürülebilir seviyelerde istikrar kazandığı belirtildi.

TCMB tarafından ikincisi yayımlanan raporun "Finans Dışı Kesim" başlıklı kısmında, hanehalkı finansal varlık/yükümlülük dengesindeki kademeli iyileşme devam ettiği belirtildi.

Makro ihtiyati tedbirlerin de katkısıyla bireysel kredi kartı ve taşıt kredilerinin yıllık büyümesi yavaşlarken, ihtiyaç ve konut kredileri görece güçlü bir seyirin izlendiği ifade edilen raporda, tüketim harcamalarındaki zayıflamanın hanehalkı varlıklarındaki büyümeyi desteklediği ve özellikle yatırım fonlarındaki artışın dikkati çektiği kaydedildi.

Reel sektörün finansal yükümlülüklerinin GSYH'ye oranı, yurt içi kaynaklı olarak artmaya devam ederken, yurt dışı yükümlülükler GSYH'ye oranla daha istikrarlı seyrettiği ifade edilen raporda, yurt içi yükümlülüklerdeki artışta bankalardan sağlanan Türk parası (TP) kredilerin ön plana çıktığı ve yabancı para (YP) kredi kullanımlarının ise görece zayıf seyrini sürdürdüğü bildirildi.

Yurt içi kredi koşullarının ve faiz oranları gelişiminin, bankaların ticari kredi kullandırımlarında istekli bir duruş sergilediğine işaret ettiği ifade edilen raporda, reel sektörün yükümlülükleri artarken, mevduatlarının zayıf bir büyüme patikası izlemeye devam ettiği bilgisi verildi.

Raporun, "Finansal Kesim" başlıklı kısmında, kredi/GSYH oranında 2013 yılında yaşanan hızlı artışın alınan makro ihtiyati tedbirler ve sıkı para politikası duruşunun da katkısıyla yavaşladığı belirtilerek, şunlar aktarıldı:

"Kredilerin GSYH'ye kıyasla hızlı bir şekilde artması, finansal sistemi olası iç ve dış şoklara karşı daha duyarlı hale getirmektedir. 2013 yılı içinde kredi/GSYH oranı uzun dönem ortalamasının çok üzerinde ve keskin bir şekilde artış eğilimi göstermiş, finansal istikrar açısından müdahale edilmesinde fayda görülmüştür. Nitekim alınan makro ihtiyati tedbirlerin ve izlenilen sıkı para politikasının da katkısıyla söz konusu artış yeniden uzun dönem ortalamasına gerilemiştir.

Makro ihtiyati tedbirlerin yanı sıra yurt içi ve yurt dışı gelişmeler de yavaşlama üzerinde etkili olmuştur. Küresel kırılganlıkların artabileceği bir dönem öncesinde kredi büyüme hızının yavaşlaması, finansal istikrar açısından olumlu olarak değerlendirilmektedir. Bu sayede hızlı büyümenin getirdiği sermaye yeterliliği baskısı azaltılmış, olası dalgalanmalarda otoritelerin kredi piyasasına dönük atabilecekleri destekleyici adımlara finansal sistemin olumlu yanıt verme kapasitesi artırılmıştır."

Diğer gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırıldığında da Türkiye'nin 2011 - 2013 yılları arasında gözlenen yüksek kredi/GSYH oranı artışıyla ayrıştığı vurgulanan raporda, ancak son dönemde söz konusu oranın diğer ülkelere benzer seviyede artmakta olduğu kaydedildi.

"Kredi büyümesi TCMB'nin referans değerine yakın bir düzeyde istikrar kazanmıştır"

Bu durumun, mevcut kredi artışının GSYH büyümesi ile daha uyumlu olduğu değerlendirmelerini pekiştirdiği ve Türkiye'ye dönük risk algılamalarını olumlu etkilediği dile getirilen raporda, şunlar belirtildi:

"Kredi büyüme hızı daha sürdürülebilir seviyelerde istikrar kazanmıştır. Mayıs 2014 tarihli son Finansal İstikrar Raporu'ndan bu yana, kredilerin kur etkisinden arındırılmış büyüme hızı gerilemeye devam etmiştir. Diğer taraftan, 2014 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren para politikası faiz oranlarında yapılan ölçülü indirimlerin de desteği ile kredi büyümesi TCMB'nin referans değerine yakın bir düzeyde istikrar kazanmıştır. Kredi-mevduat faiz farklarında 2014 yılı ilk çeyreğinden bu yana yaşanan gerileme yakın dönemde sona ermiş görünmektedir.

İhtiyaç kredisi faiz farkındaki yataylaşma eğilimi ve TP firma kredisi faiz farkında gözlenen yukarı yönlü hareket, bankaların kredi arzına daha temkinli yaklaşmaya başladığının bir işareti olarak değerlendirilmektedir. Bankacılık sektörünün brüt tahsili gecikmiş alacak (TGA) bakiyesinde yukarı yönlü hareket dönem içinde TGA'ya dönüşen kredi tutarındaki artışlardan kaynaklanmıştır. TGA gelişiminin alt kalemleri incelendiğinde, yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde dönem içi tahsilatlar yatay seyir izlerken aynı dönemde TGA'ya dönüşen tutarların arttığı görülmektedir. Yakın izlemedeki krediler de benzer bir seyir izlemektedir."

Akım TGA tutarlarındaki ivmelenmenin başta bireysel kredi kartı alacakları ve ihtiyaç kredileri olmak üzere tüm kredi TGA oranlarına sınırlı artış olarak yansıdığı vurgulanan raporda, 2014 yılbaşından itibaren bireysel kredi TGA oranı artışlarının etkisiyle toplam kredi TGA oranında bir miktar artış olduğu belirtildi.

Üçüncü çeyrekte ise bireysel kredilere ek olarak firma kredilerinde de TGA oranlarının bir miktar arttığı bilgisi verilen raporda, şunlara yer verildi:

"Firma kredileri TGA'ları, ekonomik aktivitedeki döngüler ile uyumlu bir şekilde gelişmektedir. Bu bağlamda, 2013 yılının ikinci yarısında başlayan ticari TGA'lardaki yavaşlama eğiliminin, son dönemde yerini kademeli yükselişe bıraktığı izlenmektedir. KOBİ kredisi TGA oranı 2014 yılının üçüncü çeyreğinde bir miktar artış göstermiştir. Büyük ölçekli firmalara kullandırılan kredilerdeki TGA oranları ise halen düşük seviyelerini korumaktadır. Karşılıksız çek oranı ise daha istikrarlı seyretmektedir. Firma kredilerindeki TGA gelişimi sektörler bazında incelenmiş, özellikle toplam brüt TGA tutarı içerisinde en yüksek paya sahip ilk beş sektör ile YP ticari kredi kullanımında öne çıkan seçilmiş dört sektöre odaklanılmıştır.

Buna göre gerek yabancı para krediler, gerekse toplam brüt TGA içinde payı en yüksek sektörlerden biri olan 'İnşaat, GYO ve Emlak Komisyonculuğu' sektöründe TGA oranının geçici bir atıştan sonra yılın son çeyreğinde bir miktar düştüğü gözlenmektedir. YP kredilerde önemli bir paya sahip olmalarına rağmen, 'Tekstil, Konfeksiyon ve Dericilik' sektöründeki TGA oranı düşüş eğilimini korurken, 'Taşımacılık ve Depolama' ile 'Elektrik, Gaz ve Su Kaynakları' sektörlerinde TGA oranı hafif yükselse de yüzde 1 - 2 gibi düşük bir seviyede kalmaya devam etmiştir. Toplam TGA tutarında yüzde 18 gibi yüksek bir ağırlığı olan 'Toptan ve Perakende Ticaret' sektöründe de TGA oranları genel olarak yatay seyretmiştir."

"İşsizlik oranlarındaki artış, bireysel kredi TGA oranlarına altı aylık bir gecikme ile yansımaktadır"

Raporda, yılın ikinci çeyreğinde gözlenen işsizlik oranındaki artışın teminatsız bireysel kredi TGA oranlarına olumsuz yansıdığı ve bu kredilerin TGA oranlarını sınırlı düzeyde artırdığı aktarılarak, bireysel kredi kartı TGA oranlarının 2013 yılı ortalarından, ihtiyaç kredisi TGA oranları ise 2013 yılsonundan itibaren artışa geçtiği kaydedildi.

Bireysel kredi kartı TGA oranında 2013 yılı ikinci yarısından itibaren görülen artış eğiliminde, TGA tutarlarındaki artışın yanı sıra kredi kartı bakiyesindeki büyümenin önce ivme kaybetmesinin ve sonrasında da gerilemesinin etkili olduğu aktarılan raporda, teminatlı tüketici kredilerinde ise olumlu görünüm korunduğu belirtildi.

Taşıt kredileri TGA oranlarının, taşıt kredisi bakiyesindeki düşüşe rağmen yatay seyrederken, konut kredileri TGA oranlarında kademeli düşüşün sürdüğü kaydedilen raporda, şunlar kaydedildi:

"Bankalara ve finansman şirketlerine tahsili gecikmiş kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bulunan gerçek kişi sayısında önemli bir değişim görülmemekle birlikte, varlık yönetim şirketlerine borcu bulunanların sayısı 2013 yılsonuna göre yüzde 20 oranında artış göstermiştir. Söz konusu eğilim, bankaların varlık yönetim şirketlerine donuk alacak satışlarını artırdığına, bu nedenle aslında 2014 yılının ilk dokuz ayında bankaların da bireysel kredi borcu olan gerçek kişi sayısında önemli bir miktarda artışa işaret etmektedir.

İşsizlik oranlarındaki artış, bireysel kredi TGA oranlarına altı aylık bir gecikme ile yansımaktadır. Tarihsel gelişimi incelendiğinde, işsizlik oranlarının teminatsız tüketici kredilerinin TGA oranları açısından bir öncü gösterge olabileceği değerlendirilmektedir. İşsizlik oranları ile bireysel kredi kartı ve ihtiyaç kredisi TGA oranları arasında yaklaşık altı-yedi aylık gecikmeli bir ilişkinin olduğu görülmektedir. İşsizlik oranlarında yılın ikinci çeyreğinde gözlenen artış dikkate alındığında, önümüzdeki dönemde de ihtiyaç kredisi ve bireysel kredi kartı TGA oranlarının yüksek seyrini bir süre daha koruyabileceği değerlendirilmektedir."

"Fed'in faiz kararlarına yönelik belirsizlikler ve artan jeopolitik riskler finansal kuruluşlar için faiz risklerinin yakından takibini zorunlu kılmaktadır"

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Finansal İstikrar Raporu'nda, "Küresel finansal piyasalardaki önemli dalgalanmalara rağmen yurt dışı borçlarını yenilemekte herhangi bir sorun yaşamayan bankacılık sektörünün yurt dışı kaynaklı olası likidite şoklarına karşı yeterli tamponlara sahip olduğu görülmektedir" denildi.

TCMB tarafından ikincisi yayımlanan Finansal İstikrar Raporunun "Finansal Kesim" başlıklı kısmında, ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz kararlarına yönelik belirsizlikler ve artan jeopolitik risklerin finansal kuruluşlar için faiz risklerinin yakından takibini zorunlu kıldığı ve Fed'in faiz kararlarının dolar cinsi borçlanma maliyetlerini doğrudan etkilemesinin yanı sıra TL fon maliyetleri üzerinde de yansımalarının olmasının beklendiği ifade edildi.

Son rapor dönemine göre, bankaların Türk parası (TP) aktif ve pasifleri arasındaki vade uyumsuzluğunun bir miktar düzeldiği belirtilen raporda, şunlar aktarıldı:

"TP pasiflerin ortalama vadesinin önemli bir değişim göstermemesine karşın, sabit faizli TP aktiflerin ortalama vadesinin bir miktar gerilemesi söz konusu gelişmede etkili olmuştur. Sabit faizli TP aktiflerin vadesinin kısalmasında, tamamına yakını sabit faizli yapıda olan tüketici kredilerinin ortalama vadesinin azalması belirleyici olmuştur. Tüketici kredileri vadelerinde gözlemlenen bu gelişmede banka veya tüketici tercihlerinden daha çok, 2014 yılı başında uygulamaya konulan kredi vadelerini sınırlamaya yönelik makro ihtiyati düzenlemelerin etkili olduğu değerlendirilmektedir. TP sabit faizli aktiflerin vadeleri kısalırken, değişken faizli TP firma kredilerinin toplam TP krediler içindeki ağırlığının arttığı görülmektedir. Bu kredilerin oldukça kısa vadeli oluşları göz önüne alındığında, söz konusu gelişmenin bankaların faiz riski görünümüne sınırlı olmakla birlikte olumlu yönde katkı sağladığı değerlendirilmektedir. Reel sektör firmalarının nakit yönetiminde kullandıkları değişken faizli işlek/rotatif ve taksitli firma kredileri son dönemde artış eğilimindedir.

Sabit faizli TP türev yükümlülüklerin konut kredisi bakiyesine oranı son dönemde yukarı yönlü hareket etmekte ve bankalar çapraz para ve faiz takası işlemleri ile faiz şoklarına karşı koruma almaya devam etmektedir. TP tarafta olduğu gibi, bankaların yabancı para (YP) aktif ve pasifleri arasındaki vade uyumsuzluğu da 2014 yılı ikinci ve üçüncü çeyreğinde bir miktar azalarak YP faiz riski görünümüne olumlu katkı sağlamıştır. Son Rapor döneminden itibaren yeniden fiyatlamaya konu TP faize duyarlı açık pozisyonda sınırlı bir gelişme görülmektedir. Yeniden fiyatlamaya konu YP faize duyarlı açık pozisyonunda da TP tarafta olduğu gibi sınırlı bir hareket görülmektedir."

Faiz şoklarının sektörün sermaye yeterlilik rasyosuna (SYR) etkisi incelendiğinde, TP faiz şokunun YP faiz şokuna göre nispeten daha fazla kayıp oluşturduğu belirtilen raporda, söz konusu etkinin büyüklüğünün TP ve YP cinsi faize duyarlı aktif ve pasiflere uygulanan faiz şoklarının farklı olmasından çok faize duyarlı açık pozisyonlardaki göreceli büyüklük farkından kaynaklandığı dile getirildi.

Bir yıl süreceği varsayımı ile uygulanan faiz şoku senaryoları altında bankacılık sisteminin, faiz riskine olan duyarlılığının sınırlı olduğu, mevcut SYR'nin olası kayıpları karşılayacak düzeyde bulunduğu değerlendirilen raporda, "İncelenen dönemde TP faiz şoklarının SYR üzerindeki etkisi 30 baz puan civarında, YP faiz şokuna bağlı kayıpların SYR üzerindeki etkisi ise 10 baz puan civarında gerçekleşmektedir. TP ve YP faiz oranlarındaki eşanlı şokların SYR üzerindeki etkisinin de sınırlı düzeyde kaldığı ve son altı aylık dönem içerisinde önemli bir değişim göstermediği görülmektedir" denildi.

"Bankacılık sektörü yurt dışı kaynaklı olası likidite şoklarına karşı yeterli tamponlara sahip"

Raporda, bankacılık sisteminin likidite karşılama oranlarının sektörün kısa vadeli likidite şoklarına dayanıklı yapısını koruduğunu gösterdiği ifade edildi.

Türk bankacılık sektörünün son yıllardaki büyümesini artan oranda mevduat dışı fonlama kaynaklarını kullanarak gerçekleştirmesinin sektör bilanço yapısının toptan fonlama kaynaklarındaki dalgalanmalara olan duyarlılığını artırdığı belirtilen raporda, şunlar kaydedildi:

"TCMB, çekirdek olmayan yükümlülüklerin toplam kaynaklar içindeki payının artış eğilimini dikkate alarak, çekirdek kaynakları teşvik edici bir düzenleme yapmıştır. Bu bağlamda TCMB, '(mevduat + özkaynak) / kredi' oranını fonlama kalitesinin bir ölçütü olarak belirlemiş, bu oran itibarıyla sektör ortalamasından daha iyi olup durumunu koruyabilen finansal kuruluşların Türk Lirası olarak tutulan zorunlu karşılıklarına daha yüksek bir faiz ödeyeceğini duyurmuştur. Çekirdek yükümlülüklerin tanımı halen tartışmaya açık olsa da özkaynağın ve mevduatların bankalar için istikrarlı bir kaynak teşkil ettikleri genel olarak kabul görmektedir. Türk bankacılık sektörü son yıllarda kredi ağırlıklı olarak gerçekleşen aktif büyümesini artan oranda çekirdek olmayan kaynaklarla fonlamaktadır. Nitekim (mevduat + özkaynak) / kredi oranının ülkemizde bir süredir aşağı yönlü bir eğilimde olduğu izlenmektedir. Seçilmiş ülkeler incelendiğinde, söz konusu oranın gelişmekte olan ülkelerin geneline yakınında gerilediği görülmekle birlikte orandaki en önemli düşüşün Türkiye'de olduğu dikkat çekmektedir. Bu çerçevede bankaların çekirdek fonlama kaynakları ile uyumlu bir şekilde büyümeye özen göstermeleri finansal istikrar açısından önem arz etmektedir."

2014 yılının ikinci çeyreğinden itibaren kur ve faiz oranlarındaki oynaklığın azalması ile TP mevduatın vadesinin uzadığı dile getirilen raporda, "Türk bankacılık sisteminde likidite riskinin bilançonun daha çok YP tarafında yoğunlaştığı göz önüne alınarak, mevduat dışı fonlama artışında öne çıkan yurt dışı fonların gelişimi yakından takip edilmektedir. Küresel gelişmelerin de etkisiyle yurt dışı kaynak kullanımındaki artış hızının yavaşladığı, ortalama vadenin ise yatay bir seyir izleyerek yaklaşık 3,8 yıl seviyesinde gerçekleştiği görülmektedir" denildi.

Raporda, küresel finansal piyasalardaki önemli dalgalanmalara rağmen yurt dışı borçlarını yenilemekte herhangi bir sorun yaşamayan bankacılık sektörünün yurt dışı kaynaklı olası likidite şoklarına karşı yeterli tamponlara sahip olduğu görüldüğü vurgulandı.

Bankacılık sektörünün en önemli fon kaynağı olan mevduatların para birimi bazındaki kompozisyonunun istikrarlı bir seyir izlediği belirtilen raporda, son aylarda gerek gerçek kişi gerekse ticari mudilerin TP mevduata ilgisinin artması ve para takası işlemlerinin bir kısmının tersine dönmesi ile toplam mevduat içinde TP'nin payının bir miktar arttığı dile getirildi.

Bankaların TCMB'de tutmak zorunda oldukları Türk Lirası zorunlu karşılıkların belirli bir yüzdesini döviz ve standart altın cinsinden tesis edebilmelerine imkan tanıyan Rezerv Opsiyonu Mekanizması'nın (ROM), YP likiditede yaşanabilecek olağan dışı dalgalanmalara karşı önemli bir tampon sağladığına işaret edilen raporda, "Bankacılık sektörünün borçluluk düzeyini sınırlandırarak şoklara dayanma kapasitesini artırmayı amaçlayan kaldıraca dayalı zorunlu karşılık düzenlemesi çerçevesinde ilave zorunlu karşılık tesis etmesi gereken herhangi bir banka bulunmamaktadır" sözlerine yer verildi.